Yeraltı şehirleri denince aklınıza sahip olduğunuz de bulunan kanıtlar antik işgal şehirleri görünmüş olabilir. Bu şehirler genellikle düşman saldırılarından kaçmak ya da doğal afetlerden korunmak için inşa edilen yaşam alanlarıydı. Kimi resimlerde ise bu şehirler ‘kutsal’ bölgelerdi.
Ama hiçbiri kalamadı ve insanlar yerin altında değil yer üstünde yaşıyor, büyük şehirlerini yerin tepesinde yaşamaya devam ettiler. Peki insanının yerin altında yaşamaktan geri tutan neydi? Eğer gerekirse yer üstünü tamamen terk edip yer altında da büyük şehirler kurarak Elde etmeyi gökyüzünü görmeye devam ettirebilir miyiz?
Şimdi insanın kopyasının yer altında yaşamak zorunda olduğu bir hayal senaryosu edin.
Diyelim ki öyle bir şey oldu ki gezegene büyük bir tehlikenin çevresini fark ettik, 50 yıl sonra yerin üstü kıyamet yerine gelecek ve tek kaçışımız yerin içini taşımak… Aslında bu senaryonun bir gerçek çünkü muhtemelen 50 yıl sonra yerin üstünde yaşamak korkunç olacak ama olsun, biz o kısma da ‘diyelim ki’ diyelim…
Hadi bir de bu senaryoyu Çocukları, sıkıntıları ve ekonomik eşitsizlikleri göz ardı ederek değerlendirelim. Çünkü, düşük aksi nüfuslu ve zengin gelişmiş ülkeler bu sorunu kendilerinin için görece daha kolay bir şekilde çözüp dünyanın geri kalanını pek tabii ki terk edebilir…
Yer altında nefes almak da karın doyurmak da çok para demek…
İlk düşüncelerimizi en ‘olmazsa olmaz’ ihtiyaçlarımızın yer üstünde karşılanmaya bağlayabiliriz. Bir kere insanlar olarak nefes almamız gerekiyor ve masraflı ve masraflı gelişmiş havalandırma sistemleri olmadan yer altında bu mümkün hale geliyor. Nefes alabilmek için bile süper teknolojilerle özel havalandırma sistemleri kurup şeylere dudak uçuklatan paralar harcamak gerekirdi… Ayrıca inmemiz gereken derinlik de hesaplanıp baskı ve ısı gibi sorunlara da hükme katılarak ciddi işlemlerin yapılması gerekirdi…
Ayrıca yine insanlar olarak besinlerimizi yerimizde bulunmaya elde ediyoruz. Yani yer altında yaşamak demek besinler için de ekstra masraflı bir süreç olarak yorumlanıyor. Belki yer altında da tarım yapmayı bir yolunu mutlaka bulurduk, ancak tekrar, yeni bir masraf kalemi demek olmazdı. Ya da hayvancılık faaliyetleri Düşünün… Yani beslenmek yer altında hiç de kolay değil…
Bundan yıl önce saldırganların düşmanlarından kaçmak için inşa ettikleri toplulukta yaşayan insanlar muhtemelen akşam yemekleri hakkında daha az seçici aksesuar, ‘konfor’ konusunda bizlerden bambaşka bir yerde duruyorlardı. Belki de onları daha az zorlayan şey yataklarının yanında bizim gibi olmayışlarıydı. Tabii bir de bu senaryoda, onlar dışarıda tekrarlayabileceklerini biliyorlardı…
Güneş ışığını ve doğal ortamımızı geride bıraktığımız da çok kolay değil…
Üstelik buradaki evlerimiz yalnızca romantik bir ‘güneş ışığının tenimizi ısıtmasından, yemyeşil ağaçların arasında yürümekten vazgeçmiyoruz’ diye bir söz değil. Güneş ışığı, temiz hava ve ‘manzara’ insanların sağlığı için çok şey ifade ediyor.
Yetersiz güneş ışığı, uzun süre kapalı alanlarda kalmak gibi olaylar, insan sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkiler bırakıyor. Uyku bozukluklarından hormon dengelerinde bozulmalara kadar psişik ve fiziksel pek çok test neden oluyor.
Yani eğer yer altında sağlıklı bir şekilde yaşamak istiyorsak Işık, temiz hava, doğal ortam gibi öneriler kalıcı çözümler bulmamız gerekiyor.
Psikolojimiz yalnızca güneş ve temiz hava eksikliğinden etkilenmeyecek…
Yerin altında olma düşüncesinin çoğu insan için ifade ettiği ilk şey ‘ölüm’. Yer altı zihnimizde karanlık, tekinsiz, tehlikeli bir yer. Ya birdenbire üzerimizdeki gürültü ölçer kalınlıktaki aralıkları ve duvarın altında incelemek? Ya göçmen şehrini sel basarsa? Nasıl kurtulabiliriz ki?
Bu sorular onun mühendislik harikası çalıştırma gücünden alınacak net cevaplar olabilir. Ancak son derece ilkel hapishanelere dayanan ve bilinçaltımızı kapsayan ele geçirmiş bu korkuları tamamen ortadan kaldırmak ne kadar mümkün olabilir? Ya da milyonlarca klostrofobisi olan kişinin yerin altında nasıl huzurlu tutabiliriz ki?
Yerin altında şehir inşa etmek mümkün olabilir ama süreç çok zorlu
Biraz da teknik zorluklara göz atalım. ”Bunu haykırmak yıl önce çok daha ilkel bir bakış açısıyla bile başarmışız, şimdi mi yapamayacağız?” diyebilirsin.
Ancak bu türden devasa bir proje, başa çıkılması gereken çok fazla zorluk ve aşılması gereken çok fazla soru demek. Sadece su ve inşaat gibi tesisatları düşünün. Tam ters istikamette ilerleyen bir işleyişin inşa edilmesi gerekiyor.
Ayrıca kilometrelerce kazı yapmak, kayaları oymak, binalar inşa edecek malzemeleri ve iş makinelerini yerin altında kullanabilmek gibi akıl almaz algılamalar da saymak gerek…
tabii bir de su konusu var. Gezegenin yer altı su kaynakları büyük bir hızla tükenirken yerin kendisine ait bir şehre temiz su elde etmeyi başarabilmek için sonsuza kadar zor bir sorun gibi geliyor. Tüm bunları düşününce, Matrix’in Zion’u gibi bir şehir kurmak ve hayatımıza orada devam etmek çok da mümkün değilmiş gibi geliyor. Neyse ki ki makinelerin ele geçirdiği korkunç bir distopyanın içinde değiliz. en kısa zamanda… Şaka!
Dünya üzerinde günümüzde de farklı bakışlarla yer altında yaşanılan yerler var
Her ne kadar yazının girişinde Söylediğimiz gibi insanlık Tamamen yer üstünü terk edip yer altına yerleşecek olmasaydı da, yer altında yaşama evrensel dünya uygulamaları da olan bir gerçek.
özellikle her geçen gün kalabalıklaşan büyük şehirlerde yer üstünde daha fazla yer kalmaması için yer altına yöneldiği biliniyor. Bu duygu en büyük örneklerden biri Pekin.
Yüksek nüfus ve ‘normal’ bir evde yaşamanın artan maliyetiyle Pekin’de insanlar Önceki yıllarda nükleer savaş riski için inşa edilmiş sığınakları evleri haline getirmiş. Bu yabancı camsız, açık betondan ‘evlerde’ yaşamak geçmiş yüzyıllarda tartışma konusu olarak yasaklanmış ancak pek çok insanın ekonomik görünümüyle sığınaklarda kaldığı söyleniyor.
Bir diğer örnek ise Avustralya’da bulunan Coober Pedy. Burada durum biraz daha farklı. İnsanlar ‘yırda kök’ diyebileceğimiz, arada birkaç metre gelecek şekilde inşa edilmiş evlerde yaşıyorlar. Sebebi ise sıcaklık. Bölge o kadar ki insanların çözümü yerin altında sıcak yaşamaktalar. Ancak bölge zaten bir maden bölgesi olduğu için yer altında yaşarken geçiş yapmak bu bölgede çok da masraflı olmadı. Tabii bir de bu kasabaya tam olarak bir ‘yeraltı kasabası’ demek mümkün değil.
Bu tür mecburi yer altı göçlerinin yanındamimarlar, mühendisler ve şehir planlamacıları insanların büyük şehirlerde yaşama ısrarı devam edecekler dünyanın pek çok büyük şehirde yer altının daha fazla kullanılmasının gerekeceğini düşünüyor. Sebebi ise basit; yer üstünde yer olmayacak.
mesela Singapur’da şehrin kalabalıklığı ve alan kıtlığı o kadar yüksek seviyede ki bu soruna çözüm olarak yer altına yönelen projeler geçtiğimiz bile başladı. Bu hamilelerin ilk günleri 2001 yılında yayınlanmış ve Underground Science City isimli bu mini yolcu yolculukları uzun yıllar devam ediyor.
Bu tür ağaçların sahip olduğu zaman ve büyüklük bütçesi bile, bunu ‘tüm insanlığın yer üstünü terk edip yer altında yaşamanın’ ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
Gelecek yıllarda yerin metrelerce altına inşa edilmiş ters göklerde yaşama, belki bir asansörle yerin içindeki ip alışverişimizi bir yer altı avm’sinde barındırıyor. Ama tüm imha yerin altında ele geçirebilmemiz pek de mümkün…
İLGİLİ HABER
Yorum Yaz